Makaleler

Ölümlerin üzerindeki parmak izi

Barışın ülkesini kurmak için, Bertholt Brecht gibi;
“Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin:
Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir.
Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.
Bilin kuvvetinizi.
Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez insana:
Savaşa karşı Barış için
Katillerin önüne dikilmek gerek,
“Hayır yaşayacağız!”

demek için geldiler Ankara’ya…

Barışı yeşertmek için halay çeken halleriyle, barışın türküsünü söyleyen ve zılgıtlarını çeken dilleriyle o meydanda seslendiler; “Ölmek istemiyoruz”, “Savaş istemiyoruz”, “Dağda ölen Kürt genci de, genç asker de, genç polis de biziz” diye.

Belki de ilk kez bu kadar kalabalık, bu kadar değişik renkleriyle bir arada “Barış hemen şimdi” diyeceklerdi. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Birleşik Haziran Hareketi, HDP, CHP, Alevi Hareketi, gençler, kadınlar. Yani barış severler…

Barış güvercini suretinde geldiler Ankara’ya. Savaşın şahinleri ve akbabaları onları halay çekerken avladı.

“İnadına Barış” demek için onlarca nedenleri vardı.

Biliyorlardı ki; Türkiye’de halkların dertleri var, yaraları ve acıları çok. Kutuplaştıran, kimliklere bölen tekçi devleti var. Ayrımcılık ve nefret tohumları eken ideolojik aygıtları var. Öldüren savaşları, şiddet aygıtları var. İnsanları kendi kimliklerine tutsak eden, kimliğini onun hapishanesine çeviren devlet politikaları var.
Toplumu güvenlik ve ideolojik araçlarıyla denetim altında tutsaklaştırmak için, sarayın emrine göre hareket eden teolojik, ideolojik ve fiziki şiddet hegemonyası var.
7 Haziran’da başkan ve tek başına iktidar olamamanın bencilliği, güç zehirlenmesi, akıl tutulması ve hırçınlığı var. Tek adam otoriterliğine hizmet, onun egemenliğini ve çıkarlarını korumak adına, savaşın siyaseti kutsallaştıran yandaşları, medyası ve satın alınmış köleleri var.

Türdeşleştiremedik, mihraklaştıralım
Halkın haklarını korumak yerine kendi iktidarını korumak, ‘devleti savunmak’ adına Kürt’ten, Alevi’den, sosyalistten, demokrattan, devrimciden ‘iç mihrak’ yaratıyorlar.

Asırlık devlet aklı ve hafızasından beslenen zalimler iktidarını korumak için hep ‘iç mihrak’ yaratıyor. Rabia denilen Türk Sünni İslamcı tekçilik, bu ülkenin çok kültürlü yapısından ‘ötekileri’, türdeşleştiremediklerini katli vacip ‘iç mihrak’ saymış.

İç düşmanlıkta türdeşleşmeyi dayatan egemenler, dış düşmanlara karşı bir tek millet, tek dil, tek mezhep ile ‘milli kültür’ inşa etmiş.

‘İç ve dış mihraka’ karşı, devlet adına yapılan her katliam, her günah, her ahlaksızlık, devletçe haklı gerekçelere dayandırılıp tüm bu insanlık suçları kendilerince meşru sayılmaya devam ediyor. Oysa gerek iç, gerekse ‘mihrak’ bizzat devletin kendisidir! Yalanla, yolsuzlukla, din ile inşa edilen iktidarlarını şimdi kanla besliyorlar.
Halkın can güvenliğini tehdit etmekteler. Saray’ın ve AKP devletinin güvenliği için hukuk dışı uygulamalara başvuruyorlar. Malum şahsın iktidarını korumak için her türlü günahı, ahlaksızlığı ve suç işlemeyi kendilerine Osmanlı’dan beri mubah ve meşru sayıyorlar.

Her toplumsal sorunun demokratik, hukuk ve evrensel insan hakları ilkeleriyle çözümü yerine, ‘terör’ merkezli tanımlarla, toplumsal bir sorun olarak çözüm bekleyen Kürt sorununda savaş ve şiddet tercihinde ısrar ediyorlar.

Emekçilerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin ve diğer toplumsal kesimlerin demokrasi, eşit haklar, barış ve özgürlük talepleri ‘bölücülük’ olarak tanımlanır.

Parmak izi kimin?
AKP devleti de tıpkı 90’lı yılların devleti gibi, güvenlik ve şiddet politikası üzerinden, toplumsal sorunların çözümünde demokratik siyaseti ve insan haklarına dayalı siyaseti devre dışı bırakmıştır.

Gerek dış politikada, gerek Ortadoğu sorunlarında dibe vurmuş AKP, dış desteklerini kaybettikçe, iç politikada da toplumsal desteğinde ciddi bir sorgulama, kırılma ve zayıflama eğiliminin hızla devam ettiğini 7 Haziran’da daha net görmeye başladıkça eksen değişikliğine yöneliyor. Şimdi mezhepçi tutumunun yanı sıra, etnik milliyetçiliğe dayalı MHP taklidi yapan ve savaş tercihinde ısrarını sürdüren bir AKP gerçeği ile karşı karşıyayız.

Şiddeti, savaşı, nefreti ve ayrımcılığı siyasi bir aygıt, söylem ve konsept olarak kullananların parmak izi Ankara katliamının üzerinde duruyor. Barış için halay çekenlerin, parçalanmış bedenlerini taşıyan tabutların üzerinde devletin parmak izi var.

Bilinsin ki, ‘mihrakın’ parmak izi, barışı düşleyenlerin dünyasında değil, 6-7 Eylül’ü gerçekleştirmek için, Selanik’te Atatürk’ün evine bomba koyanları Vali yapan devlet aklına aittir. Parmak izi, darbenin koşullarını hazırlamak için Maraş ve Çorum’da katliamı tertipleyen derin devlete aittir. Parmak izi, Madımak Katliamı’na yol verip izleyen devlet aklına aittir.

Dolaysıyla, Ankara katliamının siyasi sorumlusu AKP devletidir. Parmak izinden tanıdığımız devlet geleneğidir. 1 Mayıs 1977, 6-7 Eylül, Gazi Katliamı’ndaki parmak izi ile Diyarbakır, Suruç, Cizre ve Ankara katliamlarındaki siyasi parmak izi aynıdır.

Benzer Haberler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu Haberde Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün