Makaleler

Edi bese lo…

Ahmet Arif, Diyarbekir kalesindeki notlarında bugünün Amed’teki ölümlerine şöyle seslenmiş;

“Olancası bir tutam can,

Kadasına, belasına sunduğum,

Ben öleydim loooy..

Elim boş,

Ayağım pusu.

Bir ben bileceğim oysa

Ne afat sevdim.

Bir de ağzı var dili yok

Diyarbekir Kalesi…”

Zulmün, insansızlaşmanın ve ölüm haberleri geliyor Fırat’ın ötesinde…

Bir adiloş bebe daha kurşunlandı. Devletin özel hareketçileri Cizre’de evleri tarıyor. 3 aylık Miray’ı katlediyorlar.

Yetmiyor…

Miray bebeği ölü bedenini kucağında taşıyan dedesi Ramazan İnce de taranarak öldürülüyor. Nenesi ise yaralanıyor.

İnsanlığa karşı işlenmiş suçların ve vahşetin yeni fotoğrafları düşüyor göz önümüze…

57 yaşındaki Taybet İnan vurulduğu sokakta 7 gün kalıyor. Devletin kurşunlarıyla delik deşik olmuş cansız bedeniyle, Silopi’nin sokaklarında bir kadın yatıyor 7 gündür.

Daha nice ölümler…

7 ilin 21 ilçesinde 210 gündür sokağa çıkma yasağı var. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) verilerine göre yasaklanmış bu sokaklarda 1 Ocak ile 5 Aralık arasında ise çatışmalarda ise asker, polis, korucu, militan ve sivil halktan toplam 523 insan öldürülmüş.

Sokakları Kürtlere yasaklanmış, devlete açılmış Kürt illeri Diyarbekir, Şırnak, Hakkari, Elazığ, Mardin, Muş ve Batman’ın ilçeleri. Yasaklı kentlerde halk zorla yerinden ediliyor. AKP ‘hendekleri’ bahane ederek Kürt sorununda geleneksel şiddet politikalarına, yani statükoya sarılıyor. Askeri ve dinsel vesayetin ittifakıyla savaş politikalarına sığınıyorlar.

Kürt şehirleri yok ediliyor, kürtsüzleştiriliyor.

Sadece sokağa çıkmak değil, gündelik hayatın bizzat kendisi yasaklanıyor Kürtlere. Sarayın şiddet aygıtlarıyla Kürt coğrafyasında gündelik hayatın akışı sonlandırılmış ve bir işkenceye dönüştürülmüştür. Bir yandan ölümler, bir yandan açlık ve susuzluk Kürtlerin yaşam hakkının ihlal ediyor.

Sadece Fırat’ın ötesinde değil, berisinde de devlete güven duygusu tükendi. Kimse kendisini güvende hissetmiyor. Çünkü AKP devleti hukuk dışı ve güç denemesi üzerinden toplumsal korkuyu örgütlüyor. Muhalefetsiz ‘Yeni Türkiye’ özlemi ile halkın güvende olma özlemini yok ediyorlar. Şimdi Diyarbekir ama yarın İstanbul daha şiddetli baskılara ve zulme tanıklık ederek devam edecek.

Haziran’larla korkuyu AKP’nin Sarayına sokan Gezi Direnişi’ne karşı, şimdi Fırat’ın ötesine öç alma ve korkuyu tüm ülkeye tanklarla ve ölümlerle sokmaya çalışıyorlar. Fırat’ın ötesindeki ölümlü mesajların adresi aynı zamanda Fırat’ın berisinedir.

Saraylar, ideolojik, dinsel kutsallar ve tapınaklarla Türkiye’de devlet korkusu herkesi sarmak istiyor. Silah, zulüm ve ölümler artık örgütleme aracına dönüştürülmüş durumda.

Tek anladıkları iş var. Ülkeyi etnik ve mezhepçilik ekseninde olarak kamplaştırmak ve kutuplaştırmak. AKP’nin tüm politikaları buna işaret ediyor.

Toplumsal kutuplaşma ve şiddet üzerinden besleniyorlar. Memleketin duygularını, vicdanını ve aklını böldüler. Bu insana yönelik bir tür ruhsuzlaştırma ve vicdansızlaştırma saldırısıdır.

AKP hükümeti etnik, dinsel ve kültürel çeşitliliği, Türk İslam Sentezci kalıplara sıkıştırmaktan vazgeçmiş değil. Kürtleri kültürel ruhlarından ve kimliklerinden koparma amaçlı politikalar sürüyor. Kürtler, Aleviler ve diğer kültürel kimlikler, devletin terzisinden giyinmemek ve onun kalıbına girmemek için direniyor. Çünkü devletin resmi kalıpları hem bedenlerine hem de ruhlarına dar geliyor.

Bu toprakları sevgi ve barış ile sulamak yerine, nefret, kan ve şiddet ile sulayanlar, bu kadim toprakları on binlerce Türk ve Kürt gencine mezar olarak tahsis ediyor. “Ede bese“ feryadına kulak verilmiyor. “Baldıran zehri içilmiyor” Kan dökülmeye devam ediyor.

Üstüne kan dökülen toprak artık kan ağlıyor. Toprağından altına kan ile gömdüklerimiz bize sesleniyor. “Kürt sorununda bir çözüm bulun, toprağın altında çözüm yok, toprağın üstündekilerini yaşatacak ve özgürleştirecek yol bulun” diyorlar.

Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüme yanaşmak, yerine askeri ve şiddet politikalarına yakınlaşan, şahinleşmiş hesapları boşa çıkarmak için, barışı güç birliğiyle ve birleşik mücadele deneyimleriyle toplumsallaştırmalıyız.

Miray bebelerin ölümlerini durdurmak için şimdi siyasetin bu topraklara barış güvercini donunda konma zamanıdır. İçtiğimiz su belki Miray bebeğin, Taybet teyzenin cesedindeki kanı siler ama insanlığın vicdanındaki acıyı asla….

Benzer Haberler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu Haberde Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün