Makaleler

Dağlar gençlere, Akdeniz mültecilere mezar

Mülteci yaşamının hakikatlilerini yazmalıyım dedim. Memleketin hallerine bakınca, yazılacak, o kadar çok gündemleri var ki. Dün Madımak Oteli’nde 35 canı yakmayı “zafer” gören AKP zihniyeti, Dağlıca’daki sayısı gizlenen onlarca askerin PKK tarafından öldürülmesinin ardından “400 vekil olsaydı bunlar olmazdı” diyen Saraylı’nın sözlerini haber yapan “Hürriyet’i Madımak gibi yakalım” diyerek basıyor.

“Tanrı erken seçim istedi” diyerek, halkı salak yerine koyanlar, çatışmasız ortamda kaybedince, çatışma ortamı yaratarak ölümler, ağıtlar ve cenaze istismarları içinde yüreğimizi Dağlıca‘da dağlıyorlar.

PKK ve AKP savaşın dilinde buluşarak akıl tutulması yaşıyorlar. Türk ve Kürt gençlerinin ölümlerinden sorumlu taraflar olarak, demokratik siyaseti, kalıcı barışı, hukuku, adaleti ve insan haklarını çiğnedikçe, dağlarımızı gençlerin mezarlarıyla dolduruyorlar. Son aylarda yaşadığımız acıların, ölümlerin sorumlusu Kandil ile Saray’ın akıldışı politikalarıdır. Dağlıca’da, Suruç’ta, Roboski’de çocuklarımızı öldürmeye alışmış cehalet, namlularla akla ve insan sevgisine savaş açmış durumdadır. Barış içinde yaşamaya giden yolda silahın dili hiçbir zaman çözüm olmamıştır ve olmayacaktır. Mülteci sorununa geçmeden derim ki; “Ellerinizi tetikten çekin!”

Bottan tabutlar
AKP ve ABD’nin işgalci savaş politikaları sürdükçe, IŞİD türevi katil cihadistler destek buldukça, AB ülkeleri savaşın mağduru Suriyeli mültecilere Akdeniz sınırları kapattıkça, Akdeniz’deki mezarlık sayısı da artmaya devam edecek. Ölümlerin dalga dalga kıyıya vurması sürecek.

2 Eylül gecesi 2 yaşındaki Aylan Kurdi, 3 yaşındaki Galip Kurdi ve 9 aylık kız bebek Hasal Zekeriya, “Avrupa Kalesi”nin Akdeniz’deki güvenlik sınırlarını aşamadılar. Bindikleri tabut botları ve giydikleri cansız yelekleri zaten onları ölüme taşıdı. “Umuda yolculuk”, diğer mazlum mültecilerin acı hikâyeleri gibi Akdeniz mezarlığında son buldu. Aylan Kurdi’nin kıyıya vuran insanlık resmi vicdanlara seslendi; Akdeniz’in 10 yılda 25 bin mülteciye mezar olduğunu, eğer 21. yüzyılın bu yeni Kerbela’sına dur demezsek, Ege ve Akdeniz’in dünyanın en büyük çocuk mezarlığı olacağını hatırlattı. Milyonlarca insan tatil yaptığı Akdeniz kıyılarında farkında olmadan, umursamadan ya da hissetmeden on binlerce çocuk, kadın, genç mültecinin mezarlığı içinde yüzmeye ve güneşlenmeye devam ediyor.

“Biz mülteci mezarlığına dönüşmüş Akdeniz’de tatil yapmak istemiyoruz, savaşa ve ölüme dönüşen turizme destek olmayacağız” diyerek, tepkilerimizi ve sesimizi örgütleyemiyoruz.

Ölüme kaçış
Her kaçış kendi içinde acı hikâyelere tanıklık etmiş insanlarda, travmatik izleri de barındırır. Yerinden zorla edilmiş ve ardında savaşın enkaz haline getirdiği mahallesindeki ölümlere son bakışta kalan resim, tüm yolculuk sırasında sağlıklarını ve psikolojilerini derinden etkiliyor, onları hassaslaştırıyor ve kırılgan hale getiriyor.
Savaşta yaşanmış travmalar, kaçış sırasında taşınmakla kalmıyor, kaçışın bizzat kendisi de travmalarla ve mahrumiyetlerle doludur.

Peki ya kaçıştan sonra?
Dilini, kültürünü ve nelerin onları beklediğini bilmedikleri bir başka ülkeye sığınmak nasıl bir travma yarattığını hissedebiliyor muyuz? Mültecilere onurlu bir yaşam hakkı tanımayan ülkelerde nasıl bir sürgün hikâyesi yaşanıyor?
Onları dışlayan, horlayan ve farklı sömürü mekanizmalarının en soğuk yüzünü yaşatanlar, neden fedakârlığın büyüklüğünü yine mağdur ve kurban olan mültecilerden bekler?

Can(sız) yeleği
Mültecilerin “umuda yolculuğunda” onlara ölüm tuzaklarını kim nasıl kurdu? Umut yolunda mezarları kim kazdı? Mağduriyetleri istismar edilen mültecileri soğuk cehennemin içine kim atıyor? “Mültecilerin kurtuluşları” için açılmış siyasi pazarda “umut” vaat edenler, sadece ölümlerin istatistiklerini tutuyorlar.

Mülteciler, insan tacirleri için “Avrupa’ya götüreceğiz” vaatleriyle, ceplerindeki son kuruşları soyulan “ekmek kapısı” olabiliyor. Çaresizlikleri soygun alanı görenler “umuda yolculuk” için tabutlara dönüşmüş şişme botları, tekneleri ve ucuz can(sız) yelekleri satarak, onları Akdeniz sularında öldürmeye hazırlıyorlar.

Kadınları cinsel istismarlarına “kuma” yapanlar, çocuklardan dilenci üretenler, mültecileri güvencesiz ve ucuz işgücü ile köleleştirenlere ne demeli?

Ya AKP’nin dış politikasını savaş, işgal ve mezhepçi tutumuyla mülteci üreten stratejik derinliğine ne demeli? Sığınmacı kampı altında cihadist yetiştirenler?

Sokakta mendil satan Suriyeli çocuğu dövenler? Mültecileri şehrin dışına sürüklemekle övünen Valiler?
Duyarsız sivil toplum örgütleri, tek tek insanlar.. Kıyıya vuran Aylan’ın cesedinde parmak izi olanlar kim?
Günümüz Kerbelası’nı en acı şekilde yaşayan mazlum mültecilerin aradıkları tek şey, güvenli ortam, çalışma izni, yasal ikamet statüsü, asgari geçim şartları ve özgürlük. Unutmayalım ki, hepimizin bir gün mülteci olma ihtimali var.
Unutma uzatacağın sadece bir el ve sunacağın sevgidir.

Benzer Haberler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu Haberde Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün